SÜLEYMAN ŞAH
(468-479 H.)

ANADOLU SELÇUKLU'LUN KURULUŞU

Anadolu (Türkiye) Selçukluları 1075-1308 tarihleri arasında Anadolu'da hüküm süren Müslüman bir Türk devletidir. Devletin kurucusu olarak kabul edilen Süleyman Sah Selçuk'un büyük oğlu Arslan Yabgu'nunn torunudur. Bu münasebetle biraz gerilere giderek Arslan Yabgu'dan bahsetmek istiyoruz.

Bazi eserlerde kendisinden Isrâil olarak bahsedilmekle beraber daha çok Türkçe adi Arslan Yabgu ile meshur olan bu Selçuklu beyi ilk defa Karahanlilarla Sâmânîler arasındaki mücadelede dikkatleri üzerine çekti. Karahanli Harun b. Ilig Han Samanî topraklarinin bir kismini işgal edince Samanî hükümdarı Selçuk'tan yârdim istedi. O da oğlu Arslan kumandasindaki bir orduyu Samanîlere yardıma gönderdi. Arslan’ın yardımı ile Karahanlilari maglûp eden Sâmânîler isttila edilen topraklarini geri aldilar. Bu münasebetle Buhara-Semerkant arasındaki Nur kasabasi Selçuklulara yurt olarak verildi. Karahanlilar ile Sâmânîler gibi birbirleri ile mücadele halinde olan iki devlet arasında kalan Selçuklular mahirane siyasetleri ile bu bölgede varliklarini sürdürmeyi basardilar. Karahanli Nasr ILig Han'in Buhara'yi zapt ederek (Ekim 999) Samanî hükümdarı Abdülmelik ve hanedan azalarını Özkent'e sürmesi ile Sâmânîler devleti fiilen sona ermis oluyordu. Bu hadise Arslan Yabgu ve ona bağlı Türkmenlerin nüfuz ve itibarini daha da arttirdi. Karahanlilarin elinden kaçmaya muvaffak olan Sâmânî sehzadesi Ebu Ibrahim el-Muntasir Karahanlilar'a karşı yine Arslan Yabgu'nun yardimini istemek zorunda kaldı ve bu sayede Karahanlilar'i üç defa bozguna ugratti. Babasi Selçuk'un 1009'a doğru Cend'de ölmesi üzerine Arslan "Yabgu" ünvani ile ailenin basina geçti. Karahanli hükümdarı Ilig Han Nasr'in 1012 yılında ölümü üzerine ayni aileye mensub olan Ali Tegin Arslan Yabgu'nun destegi ile Buhara'ya hakim oldu. Bu sayede dikkatleri üzerine çeken Arslan Yabgu giderek kuvvet kazaninca Karahanli hükümdarı Yusuf Kadir Han ile Gazneli Sultan Mahmud 1025 yılında "bütün Iran ve Turan meselelerini" görüstükleri meshur Maverâünnehir mülakatinda Arslan Yabgu idaresindeki Selçuklulara karşı gerekli tedbirleri almaya ve onlari Türkistan ve Maverâünnehir'den uzaklastirip Horasan'a sürmeyi kararlastirdilar. Arslan Yabgu bu sırada çöllere çekilmişti. Gazneli Mahmud mertligi, savasçiligi ve yildirim hizi ile avinin üzerine düsmesi gibi meziyetleri sebebi ile herkesin çekindigi Arslan Yabgu'yu yakalamak için hileye basvurdu. Bir ziyafet münasebeti ile Semerkant'a çagirdigi Arslan Yabgu'yu oğlu Kutalmis ve bazi arkadaslari ile birlikte tevkif ederek Kâlincar kalesinde hapsetti. Arslan Yabgu'ya bağlı çok sayıda Türkmeni de öldürdü (1025). Arslan Yabgu'nun hapsedilmesi ile ön plâna geçen Tugrul ve Çagri Beyler Gazneli Mahmud'un ölümü (1030) üzerine yerine geçen oğlu Mesud'a haber gönderip kendisine itaat arzettiklerini bildirdiler ve Arslan Yabgu'nun serbest birakilmasini istediler. Sultan Mesud bu teklifi kabul edip Arslan Yabgu'yu Belh'e getirdi ve ona yegenlerine bozgunculuktan vazgeçmelerini söylemesini emretti. Arslan Yabgu da Tugrul ve Çagri beylere haber gönderip Gazneli hükümdarı Sultan Mesud'un buyrugunu iletti. Ayrıca elçi ile bir "biz" gönderip onu yegenlerine vermesini istedi. Elçi mesaji teblig edip sifre mahiyetindeki "biz"i teslim edince onlar yeniden karisiklik çikarmaya başladılar. Bunun üzerine Sultan Mesud da Arslan Yabgu'yu tekrar hapse atti. Türkmenlerin onu kurtarma tesebbüsleri sonuçsuz kaldı ve Arslan Yabgu 7 yildan beri kaldigi hapishanede 1032 yılında öldü. Ancak oğlu Kutalmis bir firsatini bulup hapishaneden kaçti ve Buhara'ya döndü. Arslan Yabgu'ya bağlı Oguzlar (Yabgulular-Yavgiyyân) Yagmur, Kizil, Boga, Göktas ve Anasi-oglu adli beylerin idaresinde faaliyetlerini sürdürmekle beraber Gazneli kuvvetleri karsisinda dagildilar ve büyük sikintilara maruz kaldılar. Fakat bütün bunlara rağmen ümitlerini kaybetmeyip Arslan Yabgu'nun torunu Kutalmisoglu Süleyman Sah'in tarafından toplanarak Anadolu Selçuklu Devleti'nin kurulusuna büyük hizmet ettiler.

Tugrul Bey Kâlincar kalesinden kaçarak Buhara'ya dönen Kutalmis'in Selçuklu Devleti'nin kurulusundan sonra da yaninda toplanan Türkmenlerle çevreyi yagmaladigini görünce sinir bölgelerini ona ikta ederek kâfirlere karsi cihada memur etti. Kutalmis da büyük bir ordu ile Azerbaycan'a dogru ilerlemeye basladi. Iste bu sirada Selçuklularla Bizanslilar arasinda ilk ciddi çatisma vuku buldu. Gence önlerinde cereyan eden bu savasta Gürcü, Ermeni ve Rumlar'dan mütesekkil Bizans ordusu agir bir maglubiyete ugradi (1046). Bu zaferi müteakip Aras nehri boyunca ilerleyen Kutalmis dönüsünde Tugrul Bey'e bölgenin çok zengin ve Rum'larin da kadinlar gibi korkak insanlar oldugunu bu sebeple ülkelerini kolaylikla fethedebilecegini söyledi. Tugrul Bey Kutalmis'i daha sonra Arslan Besâsirî üzerine gönderdi. Ancak maglub olan Kutalmis Bagdat'a Tugrul Bey'in yanina dönmüs ve Abbasi halifesinin Sultan Tugrul Bey'i kabul ettigi merasime katilmistir (1059). Kaynaklarda bu tarihten 1061 yilina kadar onun nerede olduguna dair bir bilgi yoktur. Kutalmis söz konusu tarihte kardesi Resul Tegin ile beraber amcazadeleri Mikâil ogullarina karsi saltanat davasinda bulunarak isyan etti. Tugrul Bey isyani bastirmak üzere harekete geçti. Ancak daha sonra bu görevi veziri Amidü'l-mülk Kündüri'ye verdi. Vezir tarafindan Girdkûh kalesinde muhasara edilen Kutalmis bazi sartlar ileri sürerek baris talebinde bulundu. Buna göre Kutalmis:

1. Sultan Tugrul Bey'in canini bagislayacagina dair yemin etmesini,

2. Çagri Bey'in oglu Süleyman'in kizi ile evlenmesine müsaade edilmesini,

3. Kendisine iyi bir vilayetin ikta edilmesini istiyordu.

Vilayetin verilmesi ile ilgili sart kabul edilmekle beraber digerleri reddedildi ve müzekereler neticesiz kaldi. Vezir de bir müddet sonra Sultanin ölüm haberini alip Rey'e döndü.

Bu firsattan istifade eden Kutalmis Türkmen obalarina giderek asker topladi ve Rey sehrini kusatti. Kutalmis'in büyük bir tehlike teskil edecegini anlayan vezir Amidü'l-mülk Süleyman'in yerine Alp Arslan'i sultan ilân etti ve üst üste ulaklar gönderip süratle Rey'e gelmesini istedi. Alp Arslan'in öncü kuvvetleri yaklasinca Kutalmis kusatmayi kaldirip Rey'den ayrildi (24-25 Kasim 1063). Yolda Alp Arslan'in Hacib Erdem kumandasindaki kuvvetleri ile karsilasan Kutalmis onlari maglub etti. Bu sebeple Alp Arslan derhal Kutalmis'in üzerine yürüdü. Kutalmis sayica üstün olmasina ragmen yenildi. Büyük ogluyla kardesi Resul Tekin de esir düstü. Kutalmis ise daglardan ve sarp yollardan geçip kaçarken atindan düserek öldü. Cenazesi Rey'e götürüldü ve orada topraga verildi (7 Aralik 1063).

SÜLEYMAN ŞAH (1075-1086)

Anadolu'da kurulan ilk müslüman Türk devleti olan Anadolu Selçuklulari'nin kurulus tarihi hakkinda tarihçiler degisik görüsler ileri sürerler. Anadolu Fatihi Süleymansah ve kardeslerinin ne sekilde ve hangi sifatlarla Anadolu'ya geldikleri konusu üzerinde yerli ve yabanci tarihçiler arasinda sonu gelmeyen münakasalar halâ devam etmektedir.

M. Altay Köymen bu konuda farkli üç görüs belirtir ve devletin 1073, 1077 ve 1092 olmak üzere üç defa kuruldugunu iddia ederek özetle söyle der. "Sultan Meliksah Abbasi halifesinin tavassutu ve hatta israriyla Anadolu'yu 1073'te Kutalmis'in ogullarina tevcih etmistir. Burada dikkati çeken husus devlet kurma yetkisi kardeslerden sadece birine degil dördüne (Bizans kaynaklarina göre 5) birden verilmis ve kollektif bir hakimiyet sürme yetkisi kardeslere birakilmistir. Bunda Selçuklu hanedaninin iki kolu arasindaki rekabetin önemli rol oynadigi söylenebilir. Zira Meliksah tek bir hükümdarin idaresi altindaki güçlü bir devlet yerine 4 kardesin (Mansur, Süleymansah, Alp Ilig, Devlet) ortaklasa hüküm sürecekleri daha zayif bir devleti tercih etmis olabilir. Ayni tarihlerde Anadolu'da Danismendliler, Mengücüklüler ve Saltuklular gibi vassal devletlerin hakimiyetlerine müsaade edilmesi de Türkiye Selçuklulari'ndan gelecek tehlikeye karsi bir tedbir olarak düsünülebilir. Bu Anadolu Selçuklu Devleti'nin birinci kurulusudur.

 

Sultan Meliksah kendisine bagliligi ile dikkat çeken Süleymansah ile agabeyi Mansur arasinda çikan anlasmazlik üzerine emir Porsuk kumandasindaki bir orduyu Anadolu'ya göndererek Mansur'u bertaraf etmis, diger kardeslerini de merkeze alarak Süleymansah'in Anadolu'ya tek basina hakim olmasini saglamis ve yeni bir mensûr ile onu hükümdar ilân etmistir (1077).

Süleymansah'in 1086'da öldürülmesi üzerine devletin basina bir hükümdar tayin edilmemesi yüzünden ikinci kurulus devri de sona ermis ve Devlet 1092'de Sultan Meliksah'in ölümünden sonra I. Kiliç Arslan tarafindan üçüncü ve son defa olarak kurulmustur.

Mükrimin Halil Yinanç da Türkiye Selçuklulari'nin 1077'de kuruldugunu ve devletin ilk baskentinin Konya oldugunu iddia ederek özetle söyle der:

Bizans imparatoru Botaniates kendisine isyan ederek tahti ele geçirmek isteyen Bryennios'a karsi Anadolu'daki Türk beylerinden Süleymansah ile Mansur'dan yardim istedi. O sirada Kütahya yakinlarinda karargâh kurmus olan Süleyman ile Mansur Istanbul'un karsisina kadar geldiler. Bu sirada iki kardes arasinda anlasmazlik çikti ve Süleymansah kardesini Sultan Meliksah'a sikayet etti. Sultan Bizans imparatoruna elçi göndererek Mansur'un öldürülmesini istedi. Fakat bundan bir netice alamadi. Daha sonra Anadolu'ya dönen iki kardes tekrar birbirleriyle mücadeleye basladilar. Süleymansah da ikinci defa Sultan Meliksah'a elçi gönderip yardim istedi. Bunun üzerine Sultan Meliksah Emir Porsuk kumandasinda Anadolu'ya bir ordu gönderdi ve yapilan mübareze veya savasta Mansur öldürüldü. Böylece Anadolu'daki hükümdarlik mensûru Meliksah'a sadik kalan Süleymansah'a tevcih edildi. Abbasi halifesi de Süleymansah'a hilatlerle birlikte saltanat mensuru da göndermistir (1077).

Zeki Velidi Togan ise Türkmen beyleriyle birlikte bütün Anadolu'ya hakim olan Süleymansah'in 1080'de Iznik'i baskent yaparak Türkiye Selçuklu devletini kurdugunu söyler.

Fransiz müstesrik I. Laurent de Süleymansah'in Anadolu'ya yayilmis olan bütün Türk kuvvetleri üzerinde nüfuz ve otorite sagladiktan sonra artik Meliksah'i metbu tanimadigini ve Abbasi halifesinin de muvafakatini almadan kendini sultan ilân ettigini ve 1081'de baskenti Iznik olan bir devlet kurdugunu söylemektedir.

Osman Turan ayni konuyla ilgili olarak özetle söyle der:

"Bazi kaynaklar Süleymansah'in Alp Arslan tarafindan Anadolu'nun fethine memur edildigini ve kendisine ikta edilen bu ülkede hükümdarlik hakkinin verildigini de yazarlar. Fakat bunun tarihi gerçeklerle hiçbir ilgisi yoktur. Süryani Mikhail daha da ileri giderek Süleymansah'in Malazgirt savasina katilarak büyük kahramanliklar gösterdigini ve bundan dolayi ona Anadolu'da saltanat hakkinin tevcih edildigini savunur. Halbuki Alp Arslan'in rakibi olan Kutalmisogullarina saltanat bahsetmesi mümkün olmadigi gibi kaynaklar o dönemde Anadolu'da faaliyette bulunan pek çok Türkmen beyi hakkinda bilgi verdikleri halde Kutalmis ogullarindan hiç bir sekilde bahsetmezler. Bunlarin Alp Arslan zamaninda Anadolu ve Suriye'de bulunmadiklarina dair en kuvvetli delillerden biri de Kutalmis'in isyanindan sonra Filistin'de bir Türk beyligi kurmak için çaba sarfeden Atsiz Bey'in kuracagi beyligin basina geçirecegi bir Selçuklu sehzadesi bulamamis olmasidir. Zaten kaynaklarin büyük bir bölümü de Kutalmis ogullarinin Anadolu'ya ancak Meliksah zamaninda geldigini ifade ederler. Bununla beraber Meliksah'in Süleyman ile kardeslerini Anadolu'da bassiz dolasan Türkmenleri idareye memur ettigine dair kayitlar da hakikate aykiridir. O halde en makul görüs Süleymansah ile kardeslerinin Alp Arslan'in ölümü üzerine baslayan taht kavgalari sirasinda Anadolu'ya geldikleridir.

Ibnü'l-Ezrak el-Farikî Süleymansah'in Malatya, Kayseri, Aksaray, Konya, Sivas ve bütün Anadolu'yu fethedip bölgeye hakim oldugunu söylerken herhangi bir tayin veya tevcihten bahsetmez. Buna karsilik Bizans ve Süryani kaynaklari Süleymansah ile kardeslerinin isyan halinde Anadolu'ya sigindiklarini söyler ki bu gerçegi daha açik bir sekilde yansitmaktadir.

Sibt Ibnü'l-Cevzî de 1073'de Filistin'de bir beylik kuran Atsiz'in baska bir Türkmen beyi olan Sökli ile bozustugunu ve Sökli'nin 1074'te Kutalmisogullarindan birine mektup yazarak onu Filistin'e davet ettigini ve hükümdar (Selçuklu) soyundan oldugu için kendisine itaat etmeyi seref kabul edecegini bildirmistir. Bu davet üzerine Kutalmisoglu ile Sökli birleserek Taberiye'ye gittiler ve Fatimî halifesine itaat arzettiler. Fakat Atsiz Meliksah'in yardimiyla onlari maglup etti. Sökli öldürüldü, Kutalmisoglu da esir alindi. Ayni kaynaga göre bu olaylarin cereyan ettigi tarihte Kutalmis'in diger oglu Süleymansah da Mirdâsî Emîri Mahmûd'un ölümü üzerine Haleb'i muhasara ediyordu.

Mir'atü'z-zaman'daki bu bilgiler Süleymansah ile kardeslerinin Alp Arslan veya Meliksah tarafindan Anadolu'nun fethi ve idaresiyle görevlendirildigine ve kendilerine Anadolu'da hakimiyet mensûru gönderildigine dair görüslerini çürütmektedir.

Suriyeli tarihçiler Anonim Selçuknâme'deki bilgilere uygun olarak Süleymansah'in 467 (1075)'de Iznik ve havalisini fethedip burayi kendine baskent yaptigini ve Türkiye Selçuklu devletini kurdugunu söylerler ki dogrusu budur. Konya'nin ilk baskent olduguna dair bilgiler sadece tahminden ibarettir".

Ibrahim Kafesoglu ise bu konuda söyle der: "Anadolu Selçuklu devleti fiilen ve hukuken Süleymansah'tan sonra ve Sultan Meliksah'in 1092'de vuku bulan ölümünden sonra meydana gelen iktidar boslugundan yararlanan Süleymansah'in oglu I. Kiliç Arslan tarafindan kurulmustur. Yani Anadolu Selçuklu melikligi Kiliç Arslan'in idaresinde bir devlet hüviyetini kazanmistir. Zira Bizansli tarihçi Anna Komnena bunu hiç bir tereddüde yer birakmayacak sekilde Büyük Süleymansah'in iki oglunun Horasan'dan süratle Iznik'e geldigini ve Kiliç Arslan'in sultan ilan edildigini söyler. O zamana kadar bir askeri üs olan Iznik de bu devletin bassehri oldu."

Bu konudaki görüsleri iki grupta toplamak mümkündür. Bunlardan birincisine göre Kutalmis'in ölümünden sonra esir düsen kardesi Resul Tekin ve ogullari Süleyman ile Mansur Alp Arslan tarafindan öldürülmek istenmis ancak vezir Nizamü'l-Mülk hanedan azasini öldürmenin ugursuzluk getirecegini ve devletin bekasina tesir edecegini söyleyerek Sultan'i bundan vazgeçirmistir. Bu arada yeniden isyan etmelerini önlemek gayesi ile de onlari fetihlerle mesgul olmalari için Anadolu'ya göndermistir. Bu suretle ya cihad ederek devlete hizmet etmeleri veya din ve devlet ugrunda sehid olmalari hedef alinmistir.

Ikinci görüse göre ise Süleymansah ile agabeyi Mansur Malazgirt savasina katilmis ve bu savasta büyük yararliklar göstererek Sultan Alp Arslan'in güven ve sevgisini kazanmislardir. Bundan dolayi da Alp Arslan Anadolu'yu onlara tahsis etmistir. Süleymansah'in Alp Arslan'in ölümünden sonra sultan Meliksah tarafindan Anadolu'yu idare etmek, burada basibos dolasan Türkmenleri ve birbirleriyle mücadele halinde olan emîrleri (bey) disiplin altina almak için gönderildigini iddia eden bazi tarihçileri de bu grup içinde mütalâa etmek mümkündür. Bu son iki görüsle Süleymansah ve kardeslerinin Anadolu'ya gelislerine bir nevi mesrûiyet taninmaktadir.

Anadolu Selçuklu hanedani ile Büyük Selçuklu ailesi arasinda daha ilk yillarda ortaya çikan gerginlik birinci gruptaki rivayetin daha dogru oldugu kanaatini uyandirmaktadir. Bu da Büyük Selçuklu sultanlarinin sünnî Islâm âleminin hâmîsi sifati ile müslüman tebeayi rahatsiz eden Türkmen gruplarini sinir boylarina sürmek seklinde beliren siyasetlerine uygun düsmektedir. Bizans kaynaklarinin Süleymansah ve kardeslerinin Sultan Alp Arslan'a isyan ederek kaçtiklarini belirten rivayetleri de mübalâgali olsa gerektir. Böyle bir hususun kabulü onlarin sikinti içinde yasadiklari Urfa bölgesinin Meliksah devrinde bile hâlâ Selçuklu hakimiyetine girmedigini düsünmeye sevkeder ki bu da dogru degildir.

En güvenilir rivayetlere göre Süleymansah, agabeyi Mansur, kardesleri Alp Ilig (Yülüg) ve Devlet 1072 yilinda veya ertesi yil Urfa ve Birecik yakinlarina kaçmislar, yahut da sürülmüslerdir. Bunlar o yörede basibos dolasan Yâvekiyye türkmenleri ile onlar tarafindan basbug olarak taninmislardir. Dört kardesten ikisi Alp Ilig ve Devlet daha sonra Suriye olaylarina karismislar ve burada kendi adina fetihlerde bulunan Türkmen emri Uvak oglu Atsiz'a baskaldiran Sökli (Söklü) adindaki baska bir Türkmen beyini desteklemislerdir. Ayrica Misir'daki sii Fatimî halifesi ile anlasip Büyük Selçuklularin bastan beri takip ettikleri sünnî siyasete yüz çevirmisler, fakat Atsiz tarafindan maglub edilerek Sultan Meliksah'in yanina gönderilmislerdir (1074).

Sultan Alp Arslan ile maglup imparator Romanos Diogenes arasinda kararlastirilan barisin Bizans hükümeti tarafindan taninmamasi üzerine muhtelif Türkmen kitleleri Sultan Alp Arslan'in emiri ile Anadolu'ya girmislerdir. Bu Türkmen beyleri arasinda Saltuk, Danismend, Mengücük, Çavuldur ve Artuk beyleri sayabiliriz. Bu beylerin kendi adlari ile anilan küçük devletler kurduklari ve bazilarinin uzun yillar hakimiyetlerini sürdürdükleri tarihen sabittir. Ancak dikkatimizi çeken nokta Anadolu'nun ilk fâtihleri sayilan bu Türkmen reisleri arasinda Artuk Bey'den baskasinin faaliyetlerini tesbit etmenin mümkün olmayisidir.

Artuk Bey disindakilerin sadece ogul ve torunlarinin faaliyetleri hakkinda az da olsa bir miktar bilgiye sahibiz. Artuk Bey'in Anadolu'nun fethi ile ilgili icraatina gelince Romanos Diogenes'in yerine Bizans tahtina geçen Mikhail Dukas Isaak Komnenos ile kardesi Alexios Komnenos ve Malazgirt'te Romanos Diogenes'e ihanet etmis olan norman kumandani Urselius (Russel)'u Anadolu içlerine kadar ilerlemis olan Türklere karsi gönderdi. Bizans tahtina göz dikmis olan Urselius Kayseri'de onlardan ayrilarak Sivas'a gitti. Kamnenos kardesler Kayseri yakinlarinda Artuk Bey tarafindan maglûp edildiler. Urselius da Artuk Bey'in önünden batiya dogru çekildi. Imparator Mikhail Dukas onun üzerine Johannes'i gönderdi ise de maglub oldu ve Urselius tarafindan zorla hükümdar ilan edildi. Mikhail Dukas bunun üzerine Artuk Bey ile görüsmelere basladi. Yapilan anlasma uyarinca Urselius ve Johannes üzerine yürüyen Artuk Bey Sapanca yakinlarinda her ikisini de maglub ve esir etti. Ancak daha sonra karisinin gönderdigi fidye mukabilinde Urselius'u serbest birakti ve sadece Johannes'i imparatora teslim etti. Imparator Mikhail Dukas Urselius gailesinden kesin olarak kurtulmak için onun üzerine müstakbel imparator Alexios Komnenos'u gönderdi. Alexios Artuk Bey ile görüserek onu Urselius'u tevkif ve teslim etmeye ikna etti.

Anadolu'nun bir plân dahilinde fethi bu olaylardan sonra baslamistir. Yesilirmak ve Kelkit havzasi 1074 yilindan itibaren emîr Danismend Gazi tarafindan ele geçirildi. Daha doguda yer alan Sebinkarahisar, Erzincan ve Divrigi bölgesinin bu sirada Emir Mengücük Gazi tarafindan zaptedilmeye baslandigini görüyoruz. Anadolu'da vuku bulan bu olaylar sirasinda Kutalmisogullarinin herhangi bir icraatina rastlanmamaktadir. Onlar bu sirada Anadolu'nun güneyinde Birecik ve Urfa taraflarinda kendilerine yasama imkâni saglamaya çalisiyorlardi.

Kutalmis'in ogullari Devlet ve Alp Ilig Suriye'de bazi olaylara karismis ve Atsiz tarafindan esir alinarak Meliksah'in yanina gönderilmislerdir. Kutalmis'in diger iki oglu Mansur ve Süleymansah ise Anadolu'da faaliyet göstermeyi daha uygun bulmuslardir. Artuk Bey'in de Sultan Meliksah tarafindan Anadolu'dan geri çagrilmis olmasi soylarinin yüceligi bakimindan onlara Anadolu'daki Türkmen gruplari üzerinde mutlak bir hakimiyet kurma fikrini vermistir.

Anadolu'da çok müsait bir ortam bulan Selçuklu ailesinin bu kolunun gayesi amcazedeleri gibi müstakil bir devlet kurmakti. Bizans imparatorlugunun 1025 tarihinden beri devamli bir bocalama devresi içinde olmasi ve Bizans asillerinin devletlerinin istikbalini düsünmeden sürekli isyan etmeleri Kutalmisogullarina Anadolu'da büyük bir ümit kapisi açmakta idi.

Süleymansah'in Anadolu'ya girdikten sonra nerelerde faaliyette bulundugu kesin olarak belli degildir. Bazi kaynaklara göre Konya ve civarinda harekâtta bulunmus, Konya ile yakininda bulunan Gâvele kalesini almistir. Onlarin bu basarilarini hangi tarihlerde gerçeklestirdikleri de bilinmemektedir. Fakat Konya'nin yaklasik 1075 yilinda Selçuklularin eline geçtigini söyleyebiliriz. Kutalmisogullarinin eline geçen bu önemli sehrin onlar tarafindan karargâh ve merkez olarak kullanildigi kabul edilebilir.

 

 

SÜLEYMANŞAH DEVRİNDE BİZANS İMPARATORLUĞU VE BÜYÜK SELÇUKLULARLA İLİŞKİLER

Sultan Alp Arslan zamaninda isyan ederek Bizans'a siginmis olan Erbasgan (Erbasan) 7 Ocak 1078'de kendisini Anadolu'da imparator ilan etmis olan Botaniates ile isbirligi yaparak Istanbul üzerine yürüyünce Mikhail Dukas Kutalmisogullarini yardima çagirdi. Ancak Botaniates Erbasgan araciligi ile Kutalmisogullarini kendi tarafina çekti ve Iznik'e kadar geldi. Mikhail Dukas'in idaresinden usanmis olan Bizans halki isyan ederek Botaniates'i destekledi ve Botaniates 25 mart 1078'de imparator ilan edildi. Kutalmisogullari bir süre daha Botaniates'i desteklemeye devam ettiler. Gerçi bizans tahtinda hak iddia eden Nikephoros Bryennios'a karsi Alexios Komnenos kumandasinda gönderilen Bizans ordusunda Selçuklular da vardi. Nikephoros'un ordusundaki Peçeneklerin Alexios'un ordusundaki irkdaslarina karsi savasmak istememeleri Nikephoros'un maglub ve esir düsmesine sebeb oldu. Bu hadiseden sonra kendilerini daha da güçlü hisseden Kutalmisogullari Bizans'in birçok sehir ve kalesini fethederek kendi topraklarina kattilar. Iste tam bu sirada mahiyeti hâlâ kâfi derecede açiklanmamis olan önemli bir hadise meydana geldi. Sultan Meliksah Anadolu içlerine müdahale etti. Sultan Meliksah Kutalmisogullarinin Anadolu'da kuvvetle yerlesmekte olduklarini endise ile takip ediyordu. Amcasi Kavurd'un hükümdarliginin ilk yillarinda isyan ederek öldürülmesinden sonra bu büyük Türk sultani merkezî devlet otoritesini tesis etme fikrine sikica sarilmisti. Merkeziyetçi yönetime zit bir gelisme baslica iki istikamette yani Suriye ve Anadolu'da vuku buluyurdu. Maveraünnehir'den mütemadiyen akip gelen Türkmen gruplarinin müslüman ahaliyi rahatsiz etmemeleri gayesi ile uç bölgelerine dogru sevk edildiklerini daha önce anlatmistik. Yavekiyye denilen ve Oguzlarin muhtelif kollarina mensup bulunan bu Türkmenler Suriye'de Uvakoglu Atsiz adli bir Türkmen reisinin idaresinde Fatimilere karsi akinlarda bulunmaktaydi. Diger bir Yavekiyye grubu ise Kutalmisogullarinin idaresinde Anadolu'da faaliyet gösteriyordu. Bu iki Türkmen grubu arasinda zaman zaman birbirleri ile mücadele halinde olanlar vardi. Meselâ Atsiz'dan ayri olarak Filistin'de faaliyette bulunan Sökli adli baska bir Türkmen reisi Kutalmisogullarindan ikisi ile birlesmis Fatimiler'i tanimis fakat Atsiz tarafindan maglub edilerek öldürülmüstü. Bu hadiseden dolayi Atsiz ile Süleymansah ve Mansur'un arasi açilmistir. Atsiz'in Sultan Meliksah'in kardesi Tutus tarafindan öldürülmesi ile Suriye bölgesi merkezi hükümetin yönetimi altina alinmistir (Eylül 1078).

Sultan Meliksah Anadolu'yu da kendi hakimiyeti altina almak için Emir Porsuk'u görevlendirmistir. Kutalmisogullarinin daha Anadolu'ya geldikleri ilk günlerden itibaren Büyük Selçuklularla aralarinin iyi olmadigini anlayan Mikhail Dukas'in 1074 Haziran'inda Abbasi halifesi Kaim Biemrillah'a mektup yazarak Sultan Meliksah ile barismasi için tavassutunu rica ettigini ve 1076 yilinda Azerbaycan'da bulunan Meliksah'a muazzam hediyeler gönderdigini biliyoruz. Muhtemelen imparator ile Sultan Meliksah arasinda bir anlasma vuku bulmus olmalidir. Belki de rakip taht iddiacilarina karsi Türkler tarafindan desteklenmesinin sebebi de budur.

Anadolu'da Kutalmisogullarinin fetih hareketine paralel olarak akinlarda bulunan Afsin, Sanduk, Dilmaçoglu Mehmed, Dudu Bey, Tarankoglu gibi meshur bazi Türk beylerinin 1076 yilindan itibaren Anadolu'dan ayrilip Suriye'deki Tutus'a iltihak etmeleri bu beylerin büyük Selçuklu Devleti'ne itaat ettiklerine ve belki de âsî saydiklari Kutalmisogullarinin yanindan bu sebeple ayrildiklarina delil teskil eder.

Bu beylerin de geri dönmesi ile Anadolu'nun iç ve bati kesimlerinde tek basina kalan Kutalmisogullari üzerine gönderilen Emîr Porsuk yapilan savasta veya mübarezede Mansur'u öldürmüs fakat baska bir netice elde edemeden geri dönmüstür. Mansur'un sultana isyan ettigi için ortadan kaldirildigi ve hakimiyet sahalarinin Süleymansah'a verildigine dair rivayetler dogru olmasa gerektir. Çünkü Sultan Meliksah'in Kutalmisogullarina karsi iyi niyet beslemedigi onun daha sonraki icraatindan da açikca anlasilmaktadir. Nitekim Süleymansah'in Tutus tarafindan öldürülmesinden sonra ogullarini Isfahan'a götürmüs ve onlar Sultan Meliksah'in 1092'de ölümüne kadar orada kalmislardir.

Agabeyinin (Mansur'un) ne sekilde olursa olsun ortadan kalkmasindan sonra Süleymansah bir müddet daha Bizans'la isbirliginde bulundu. Porsuk'un ona karsi bir sey yapamamis olmasinda Bizans'in destegini görmüs olmasi da rol oynamistir. Sultan Meliksah'in gönderdigi ordu geri döndükten sonra Süleymansah'in durumunun daha da kuvvetlendigi anlasiliyordu. Bu arada Abbasi halifesi Muktedi Biemrillah'in kaynaklarin ifadesine göre Süleymansah'a bir mensûr, sancak ve hil'at göndererek onu Sultan olarak kabul etmesi biraz güç anlasilir bir keyfiyettir. Çünkü halifelik bütünüyle Meliksah'in hakimiyetinde bulunuyordu. Bundan dolayi Sultan Meliksah'in arzusu hilafina baska bir sahsa Sultan ünvanini tevcih etmesi mümkün görünmemektedir. Bu rivayetin sonradan yani Anadolu Selçuklu Devleti'nin kurulusundan sonra uydurulmus olmasi ihtimali vardir. Bununla beraber Süleymansah'in bu ünvani kendiliginden almis olmasi da mümkündür.

1079-1080 yillarinda Türk fetihleri Marmara ve Karadeniz sahillerine kadar uzanmistir. 1080 yili sonlarinda Bizans'in asil ailelerinden birine mensub olan Nikephoros Melissenos Süleymansah ile anlasarak Imparatorlugunu ilan etti. Türk kuvvetlerinin yardimi ile Iznik'i karargâh yapip Istanbul üzerine yürümeye hazirlandi. Ayni tarihte Bizans tahtinda hak iddia ederek Istanbul üzerine yürüyen Alexios Komnenos, Melissenos'u aldatarak Istanbul'da tahta çikti. Süleymansah ise Melissenos tarafindan muhafaza edilmek üzere kendisine birakilan Iznik civarindaki bazi kaleleri bir daha terk etmeyerek bölgeye sikica yerlesti.

Alexios'un tahta geçmesi Süleymansah'i Bizans'a karsi daha serbest ve kaygisiz davranmaya sevketti. Yeni hükümdarla hiç olmasa önceden bir ittifaki mevcut degildi. Bilakis Melissenos ile birlikte hareket etmis oldugu için Bizans'i yeni hükümdarla birlikte düsman kabul etmekle siyasi ve ahlâkî bir sakinca yoktu. Bu sebeple Türkler'in artik Bogaziçi sahillerine kadar geldikleri ve buradan geçen gemilerden haraç almak üzere karakollar tesis ettikleri Anna Komnena'nin ifadesinden anlasilmaktadir. Bursa ve Iznik sehirleri basta olmak üzere o bölgedeki bütün sehir ve kasabalar ister istemez Türklere teslim olmuslardi. Daha çok genç yaslardan itibaren savas meydanlarinda tecrübe kazanmis, Türklerin adetlerini ve hareket tarzlarini daha iyi ögrenmis bulunan imparator Alexios önce Istanbul sehrine rahat bir nefes aldirmak maksadiyla küçük gemilerle Bogaziçi sahillerinde bulunan Türk karargâhlarina bazi baskinlar tertip etti ve onlari geri çekilmeye zorladi. Türkmenler bölgenin iç kisimlarina çekildiler. Alexios bundan sonra Peçenek ve Norman gailelerini ortadan kaldirmak maksadiyla Türkmenlerle daha fazla bozusmayi tercih etti. Süleymansah'a müracaat ederek hediye adi altinda muayyen yillik haraç mukabilinde baris isteginde bulundu. 1081 yilinda yapilan anlasmaya göre Izmit körfezine dökülen küçük Dragos (Drakon, Kirkgeçit) çayi Bizans ile sinir olarak kabul edildi. Süleymansah'in bu münasebetle Bizans imparatoruna batidaki düsmanlarina karsi savaslarinda yardimci kuvvetler göndermeyi taahhüt ettigi de anlasilmaktadir. Nitekim Alexios önce Dalmaçya kiyilarina çikartma yaparak Draç'i aldi ve sonra Selanik üzerine yürüyen Norman kuvvetlerini ve bunlarin basinda bulunan ünlü Bohemund'u Süleymansah'in Yagmur adli bir kumandanin emrinde göndermis oldugu Türklerin yardimlari sayesinde geri çekilmeye mecbur etti.

Türkler bu sekilde Bizans imparatorlugu bünyesinde çikan taht kavgalarina müdahale ederek hakimiyet sahalarini Karadeniz, Marmara ve Akdeniz sahillerine kadar genislettiler. Bir Bizans kaynaginin ifadesiyle "her yer Türklerle doldu".

Süleyman Sah Malazgirt zaferini takip eden birkaç yil içinde Anadolu'da yeni bir devlet kurduktan sonra Türkistan ve Iran'dan Anadolu'ya gelen Türklerin sayisinda büyük bir artis oldu ve özellikle 1080 yilinda Azerbaycan'dan Anadolu'ya çok büyük bir Türk nüfusu akin etti. Bu Türkler sayesinde Anadolu Selçuklu Devleti daha da güçlendigi gibi Bizans'in kötü idaresi savaslar ve isyanlar dolayisiyla perisan olan ve büyük bir sikinti içine düsen yerli halklarda Süleymansah'in idaresinde huzur ve sükuna kavusuyor ve devlet saglam temeller üzerine oturuyordu. Bizans'in dinî sahada takip ettigi ortodokslastirma ve Rumlastirma politikasi da Ermenileri, Süryanileri ve diger mezhep mensuplarini bu devlete düsman ederek Selçuklulara yaklastirmisti. Bizans impatatorlugunun Ermenileri dogudan Anadolu'ya sürmesi ve Balkanlardaki Türkler üzerinde baski kurmasi bunlarin Bizans'tan nefret ederek Selçuklu yönetimini tercih etmelerine sebep olmustur. Ayrica Anadolu'da büyük toprak sahiplerinin emrinde esir olarak çalisanlarla topraksiz köylüler de Selçuklular sayesinde topraga kavustuklari için onlarin idaresinden memnun oluyorlardi. Süleymansah ve daha sonra gelen hükümdarlar araziyi köylülere dagitarak devlet mülkiyeti altinda herkesin tasarrufuna imkân veren mîrî bir toprak rejimi uygulamislardir.

Batidaki sinirlarini Istanbul yakinlarina kadar genisleten Süleymansah gözlerini Güneydogu Anadolu'ya çevirdi. Ilk safhasinda plânsiz vuku buldugu açakca görülen Türk akinlari sirasinda Güneydogu Anadolu ve Firat bölgesi oldukça ihmal edilmis ve Türk akincilari bölgede fazla birsey elde edemeden Suriye'ye intikal etmislerdir. Anadolu içlerinde ve batisinda Kutalmisogullari suurluca bir fetih harekâtina giristikleri sirada Suriye'de de buna benzer bir harekâta baslanmis olmakla beraber bu müslüman bir ülkede yerlesmek mânâsini tasidigindan dolayi mahiyet bakimindan farkliydi. Süleymansah'in faaliyetlerini güneye dogru gelistirmeye basladigi bu devrede Ermeniler arasinda Bizanslilarin Philaretos dedikleri bir sahis çok büyük bir nüfuz ve kudrete sahip bulunmaktaydi. Mensei hakkinda fazla bilgiye sahip bulunmadigimiz Philaretos Bizans hizmetine girmis ve imparator Romanos Diogenes tarafindan Maras valiligine getirilmisti. Ancak Malazgirt savasinda diger Ermeniler gibi efendisine ihanet ederek savasa katilmadan geri dönen Philaretos Romanos Diogenes'in tahttan düsürülmesi ile onun yerine geçen Mikhail Dukas'i tanimamis ve bagimsiz hareket etmeye baslamisti.

Mikhail'in büyük karisikliklar içinde geçen hükümdarligi esnasinda Türklerin Anadolu içlerindeki faaliyetlerinden de faydalanan Philaretos Kilikya'nin en önemli sehirleri olan Tarsus, Mamistra ve Anazarba'yi eline geçirdigi gibi onun kumandanlarindan biri de 1077 yilinda Urfa'yi (Edessa-Ruha) Bizanslilarin elinden aldi. 1078 yilinda Antakya ahalisi kendilerini Türklere karsi müdafaa eder ümidiyle onu sehirlerine davet edip hakimiyeti altina girdiler. Bu suretle Philaretos'un devleti Toroslar'dan Urfa'ya kadar uzanan oldukça genis bir sahayi kaplamis bulunuyordu. Philaretos yeni Bizans imparatoru Alexios Komnenos'a da bagliligini bildirmisti. Bununla beraber tedbirli hareket etmek gayesiyle Haleb'in müslüman hakimi Serefü'd-Devle Müslim'e haraç vermek suretiyle yaranmaya gayret ediyor ayni zamanda Büyük Selçuklu sultani Meliksah ile de iyi münasebetler kurmaya çalisiyordu.

Süleymansah Alexios ile yaptigi anlasmadan sonra bir taraftan muhletif kumandanlari vasitasi ile ayrintilari tespit edilemeyen fetih harekâtina devam ederek Anadolu'nun kuzeyinde hâlâ Bizans elinde bulunan bazi kaleleri zaptettirirken bir taraftan da kendisi güneye dogru yürüdü ve Tarsus'u muhasara ederek aldi. Çok eski devirlerden beri Anadolu içlerine yapilan gazalarin en mühim merkezlerinden biri olan ve bazi rivayetlere göre 100 bin savasçi çikaran Tarsus 965 yilinda Bizans imparatoru Nikephoros Phokas tarafindan zapt edilmis ve bundan sonra uzun müddet Bizanslilarin hakimiyeti altinda kalmisti. Süleymansah'in bu sehri büyük bir ihtimalle 1083 yilinda fethettigi anlasilmaktadir. Bunu takip eden yil Türkiye Selçuklu hükümdarinin basta Adana, Mamistra ve Anazarba olmak üzere bütün Kilikya sahasini ele geçirdigi görülmektedir. Artik sira Antakya'ya gelmisti.

SÜLEYMANŞAH'IN ANTAKYA'YI FETHİ

 

Çok eski bir tarihe sahip olan Antakya Âsi nehri kiyisinda ve Habibü'n-Neccâr dagi eteklerinde yer alan tarihî bir sehir olup M.Ö. 300 tarihlerinde I. Seleukus tarafindan kurulmus ve zamanla Suriye'nin merkezi olmustur. Roma imparatorlugu döneminde Roma ve Iskenderiye'den sonra imparatorlugun üçüncü büyük sehri haline gelmisti. M. III. yüzyilda Iran Sasanî Kisrasi I. Sâpur Roma imparatorlugunun bu önemli sehrini zaptederek halkini Hûzistan ve Cündisapur'a sürgün etti. VI. yüzyilda Antakya yine Sasanî saldirilarinin odak noktasini teskil etti ve Hüsrev I. Enusirvan 535 yilinda burayi tekrar zapt ve tahrip etti. Bizans imparatoru Justinianos VI. yüzyilda sehri yeniden insa ettirdi. Antakya 638 yilinda Islâm ordulari tarafindan fethedildi ve üç asri askin bir süre müslümanlarin elinde kaldi. 969'da imparator Nikephoros Phokas zamaninda Bizans'in hakimiyetine girdi ve yaklasik bir asir boyunca Bizans'in Islâm ordulari karsisindaki en önemli kalesi oldu. 1080 yilindan beri Arap Ukaylî emîri Serefüddevle Müslim b. Kureys'e haraç ödüyordu.

Antakya'ya gözünü diken sadece Süleymansah degildi. Mirdasogullarinin elinden Haleb'i almis olan Serefü'd-Devle Müslim b. Kureys ve Suriye Selçuklu devletinin kurucusu Tutus ta ayni sehrin fethini hedef edinmislerdi. Burada Süleymansah'in Büyük Selçuklu hükümdari Meliksah ile olan münasebeti dikkat çekmektedir. Ayni devlete tabi olduklari iddia edilen üç ayri bölge hükümdarinin birbiri aleyhine olarak ayni sehri ele geçirmeye çalismalari oldukça garip bir keyfiyettir. Bunun ayni amaca yönelik ortak bir hareket olmadigi neticeleriyle bellidir. Kaldi ki Süleymansah'in Tarsus'u aldiktan sonra Trablussam'in siî sempatizani hükümdari Kadi Ibn Ammâr'a müracaat ederek ondan yeni feth etmis oldugu Tarsus için kadi ve hatip istedigi rivayeti de mevcuttur. Rivayetin önemi gayet açiktir. Bu rivayet dogru kabul edilecek olursa Süleymansah'in Büyük Selçuklularin geleneksel siyasetine yüz çevirdigi anlasilacaktir. Süleymansah bundan sonra Antakya'yi fethetmek için seferber oldu. Ancak bu fetih oldukça büyük hazirliklari gerektirmekteydi. Çünkü Antakya'nin fethinde hesaba katilmasi gereken kuvvet sadece Philaretos'un gücü kuvveti degildi. Bu sehri aldiktan sonra ona göz dikmis olan Serefü'd-Devle Müslim b. Kureys ve Suriye meliki Tutus ile mücadele etmek gerekecegi gayet açik bir husustu. Bu sebeple Süleymansah'in Kilikya'yi hakimiyeti altina aldiktan sonra baskent Iznik'e dönerek kendisi güneyde mesgul iken devletin diger bölgelerini emniyet altina almak istedigi anlasiliyor. Nitekim en degerli kumandanlarindan Ebu'l-Kasim'i Iznik'te kendisine vekâlet etmek üzere birakirken bir taraftan da Anadolu'nun Selçuklulara tabi olan bölgelerine ayri ayri valiler göndermistir. Anna Komnena'nin vermis oldugu bu bilgi yer ve sahis adlari ihtiva etmedigi için maalesef pek yetersiz kalmaktadir.

1084 yili içinde Philaretos'un Urfa'da kumandan olarak birakmis oldugu oglu Barsam ile arasi açilmisti. Babasi tarafindan tevkif ve Antakya kalesine hapsedilen Barsam rivayete göre Antakya sehrinin sahnesi olan Ismail ile anlasarak babasi aleyhine onunla birlesmis ve Philaretos'un bir dügün münasebeti ile Urfa veya Akkâ'da bulunmasindan istifade ederek hapisten kaçmis ve Iznik'e gitmisti. Burada Süleymansah ile Antakya'nin teslimi hususunda anlasmaya varmislardi. Bunun üzerine Süleymansah ordusu ile Antakya'ya dogru hareket etmisti.

Süleymansah'in hareketinin haber alinmamasini saglamak gayesi ile geceleri yürüyüs yaptigi ve gündüzleri vadilerde gizlendigi söylenmektedir. Anna Komnena'ya göre Süleymansah, 12 gece yürüdükten sonra Iznik'ten Antakya'ya varmistir. Bunun mevcut uzaklik gözönünde bulunduruldugu takdirde mümkün olamayacagi gayet açiktir. Buna karsilik Aksarâyî Süleyman Sah'in 5 günlük yürüyüsten sonra Antakya'ya ulastigini söyler. Eger Süleymansah Antakya üzerine yürüyüse Tarsus'tan veya Adana'dan baslamis ise bu son zikredilen yürüyüs müddeti daha makul görünmektedir. Ayrica kaynaklarin büyük bir kisminin seferin bir bölümünün deniz yoluyla yapildigini bildirmis olmasi sebebiyle son rivayetin daha mantikî oldugu kabul edilebilir. Sehre müslüman sahne Ismail'in yardimi ile Faris kapisindan gizlice giren kuvvetler büyük bir mukavemetle karsilasmamislar, direnmeye çalisan Philaretos da Mencikoglu (Mincak-oglu) adli Türkmen beyinin yardima gelmesiyle kisa sürede bertaraf edilmis ve bundan dolayi da yerli halka kötü muamelede bulunulmamistir. Sabahleyin Türk askerlerini sehirde gören yerli ahali önce bunlari Philaretos'un askerleri zannetmislerse de çok geçmeden durumu ögrenmislerdir. Bunun üzerine halkin bir kismi iç kaleye bir kismi da Habibü'n-Neccar (Silpius) dagina siginmis bazilari da sehri terkedip kaçmislardir. 300 kisilik bir süvari kuvvetiyle sehri zapteden Süleymansah halka eman vermis ve esirleri serbest birakmistir. Halkin evlerine girilmesini ve kizlariyla evlenilmesini de yasaklamistir (10 Saban 477/12 Aralik 1084).

Sehrin iç kalesine gelince bunun bir ay daha mukavemet ettikten sonra 12 Ocak 1085'te Süleymansah'a teslim oldugu anlasilmaktadir. Süleymansah tarafindan Antakya'nin fethi Philaretos'u çok güç durumda birakti. Süleymansah Antakya'ya girince derhal sehri imar etmek için seferber oldu. Büyük Mar Cassianus kilisesini camiye çevirdi ve 15 Saban 477 (17 Aralik 1084) günü ilk Cuma namazi kilindi. 100 müezzinin ezan ve tekbir sesleri arasinda bu fetih kutlandi. Bizanslilarin ve Philaretos'un zulümlerinden sikayetçi olan Ermeni ve Süryaniler çok mennun oldular. Mar Cassianus Kilisesi'nin camiye çevrilmesi üzerine Süleymansah'tan izin alarak kendileri için Meryem Ana ve Aziz Cercis adli iki kilise yaptirdilar.

Süleymansah sahne Ismail ile iç kaleyi teslim eden kumandani görevinde birakmis, hristiyanlarca kutsal sayilan bu sehrin fethini özel bir elçiyle sultan Meliksah'a bildirmis, meshur sair Ebîverdî de bu fetih sebebiyle bir kaside yazmistir.

Getirdigi az sayidaki kuvvetleri fetihten sonra yetisen diger birliklerle takviye eden Süleymansah Ayintâb, Hârim, Dülûk, Tellbâsir, Raban, Iskenderun ve Süveydiye (Samandagi)'yi de fethetti. Yukari Ceyhan bölgesi yani Elbistan ve Maras da yine Türk kumandanlarindan Buldaci tarafindan fetholundu. Bunun üzerine Philaretos Büyük Selçuklu hükümdari Meliksah'in huzuruna çikarak müslümanligi kabul etmis ve kendisine tevcih olunan Maras'a giderek 1090 yilinda burada ölmüs ve tarih sahnesinden çekilmistir.

Süleymansah'in Antakya'yi aldiktan sonra Meliksah'a müracaat ederek burayi onun namina feth etmis oldugunu sultanin buraya görevlendirecegi zatin gelmesine kadar elinde tutacagini ve hutbeyi onun namina okuttugunu bildirdigi rivayet olunur. Iki Selçuklu hükümdari arasinda simdiye kadar tesbit edebildigimiz münasebetlere bakarak bu rivayetin biraz mübalagali oldugu söylenebilir. Süleymansah'in böyle bir müracaati gerçekten var ise bu ancak hristiyan hakimiyeti altindaki bir sehrin fethi münasebeti ile adet oldugu sekilde müslüman hükümdarlara gönderilen bir zafernâme (fetihnâme-besaretnâme) olmalidir. Ayrica Büyük Selçuklu hükümdarina karşı saygi cümleleri ihtiva ettigi de söylenebilir. Zira Süleymansah bu sehri almakla hem Halep hakimi Serefü'd-Devle Müslim hem de Suriye hükümdari Tutus ile mücadele etmek zorunda kalacagini herhalde biliyordu. Nitekim mücadelenin ilk safhasi Serefü'd-Devle Müslim ile oldu. Bu Halep emîri daha önce Antakya'yi ele geçirmek için seferber olmus bu sehrin üzerine yürümüs fakat ordusunun hareketi Philaretos'a haber verildigi için sehrin muazzam surlarina karşı hiçbir sey yapamayacagini görerek geri çekilmisti. Bundan sonra Philaretos ile anlasmayi tercih eden Serefü'd-Devle ondan yillik muayyen miktarda bir haraç, daha dogrusu cizye almaktaydi. Bu gelir kaynagini kaybetmek istemeyen Serefü'd-Devle Süleymansah'a haber göndererek daha önce Philaretos'un ödedigi 30.000 altin cizyeyi kendisine göndermesini istedi. Serefü'd-Devle Haleb naibi Ibn Hülyûm ile gönderdigi bir mektupta "eger sultana itaat ediyorsan bu cizyeyi derhal bana gönder, aksi halde sultana isyan etmis olursun" diyordu. Süleymansah cevabinda "Sultana itaat edip, adina hutbe okutmak ve para bastirmak benim ilk siarimdir. Ben Antakya'nin ve diger küffâr sehirlerinin fethini derhal sultana bildirdim ve bu fetihlerin ancak onun sayesinde gerçeklesmis oldugunu haber verdim" dedi. Ancak elçi "biz alacagimiz vergiden baska bir sey bilmeyiz" diyerek oradan ayrildi. Bu olacak bir sey degildi. Islâm hakimiyeti altindaki bir sehirden baska bir hükümdar cizye alamazdi. Sehrin hristiyanlari cizyelerini gayet tabii olarak yeni efendilerine ödeyeceklerdi. Süleymansah, Arap emirinin istegini reddedince iki taraf arasinda savas kaçinilmaz oldu. Süleymansah ile tek basina mücadele edemeyecegini anlayan Müslim bir müttefik aramaya koyuldu ve kendisini Âmid muhasarasindan kurtaran eski dostu Artuk Bey'den yardim istedi. Bu sirada Meliksah'in yanindan ayrilip Suriye Selçuklu meliki Tutus'un hizmetine girmis olan Artuk Bey kendisinin Anadolu'dan geri çagrilmasina sebep oldugu için Süleymansah'a kirgindi. Bundan dolayi Serefü'd-Devle Müslim'in teklifini kabul ederek onunla anlasti. Yapilan anlasmaya göre:

1. Serefü'd-Devle Müslim de Artuk Bey gibi Sultan Meliksah'a tâbi olmaktan vazgeçecekti.

2. Tutus'u büyük sultan olarak taniyacakti.

3. Abbasi halifeligi yerine Fatimî halifeligi adina hutbe okutacakti.

Mısır Fatimî halifeliğine bağlılık arzeden ve Büyük Selçuklu İmparatorluğu’na karşı cephe alan müttefikler Fatimîler'in askerî gücünden yararlanmak için seferber oldular. Serefü'd-Devle Müslim amcası Mukbil'i Mısır’a gönderip Irak, el-Cezire, Suriye ve Filistin'in zapt edilmesi ve Tutuşun riyasetinde gerçekleştirilecek Şii bir devletin kurulabilmesi için yârdim istedi. Halife el-Mustansir ile vezir Bedrülcemali bu teklifi olumlu karşıladılar. Ancak çeşitli sebepler yüzünden bu ittifak gerçekleşmedi.

 

Daha sonra iki rakip hükümdar Serefü'd-Devle ile Süleymansah'in savaşçıları karşılıklı olarak birbirlerinin arazisini talan etmeye başladılar. Nihayet 20 Haziran 1085'te iki taraf Haleb ile Antakya arasındaki Kurzâhil mevkiinde karşılaştı. Harput (Elâzığ) yakınlarında bir beylik kurmuş olan Çubuk Bey, Serefü'd-Devle'nin ordusunda bulunuyordu.

 

Çubuk Bey Philaretos'un devleti parçalandığı sırada Harput kalesini ele geçirmiş sonradan bugünkü Tunceli yöresini de topraklarına katarak oldukça kuvvetlenmişti. Emrindeki kuvvetlerle Serefü'd-Devle ‘ye yardıma gelen Çubuk Bey savaş başlayınca çok sayıda Türkmenle birlikte Süleymansah'in tarafına geçti. Serefü'd-Devle ‘ye kırgın olan Benî Kilâb ile Benî Numeyr de geri çekilmişti. Bu sebeple Serefü'd-Devle bozguna uğratıldı ve 400 askeriyle birlikte öldürüldü. Süleymansah buradan Haleb üzerine yürüyerek şehri kuşattı (Rebiyülevvel 478/Haziran-Temmuz 1085) ve Serefü'd-Devle'yi bu şehrin kapısı önüne gömdürdü.

 

 

SÜLEYMANŞAH'IN ÖLÜMÜ VE ŞAHSİYETİ

 

Antakya’nın zaptından sonra Serefü'd-Devle'nin ortadan kaldırılması ve Haleb'in kuşatılması Süleymansah'i hem Suriye Selçukluları ile hem de Büyük Selçuklularla karşı karsıya getirdi. Süleymansah kazandığı bu zafer ile Serefü'd-Devle Müslim'in Mezopotamya ve Kuzey Suriye'yi içine alan ve yavaş yavaş bütün Suriye ve Filistin'e yayılma planlarını bozmuş ve dolayısıyla Suriye ve Filistin'de Selçuklu hâkimiyetinin yayılmasına zemin hazırlamıştır. Serefü'd-Devle'nin Halep'te bıraktığı emir Şerif Ebu Ali Hasan b. Hibetullah el-Hasimî (Ibnü'l-Huteytî) bir yandan Haleb'i savunurken bir taraftan da hem Melik Şah’a hem de Tutuşa mektup yazarak şehri teslim almak üzere ya bizzat gelmelerini yahut kendilerini kurtarmak üzere büyük bir ordu göndermelerini istemişti. Süleymansah 5 Rebiyülahir 478'e (31 Temmuz 1085) kadar Haleb'i kuşatmaya devam etmiş ve müzakereler sonunda şehrin Sultan Meliksah'in onayı alındıktan sonra teslim edilmesi kararlaştırılmıştı. Olaylar bu şekilde gelişirken Süleymansah Seyzer, Kefertâb ve Maarratü'n-Nu'mân kalelerini de teslim almıştı. Kinnesrîn'i kuşatıp ele geçirdikten sonra bütün kuvvetleri ile 479 yılı başlarında (Nisan-Mayış 1086) Haleb önlerinde karargâh kurmuştu ki, Suriye Selçuklu hükümdarı Tutuşun harekete geçtiğini haber aldı. Artuk Bey bu sırada Tutuşun yanında bulunuyordu. Diyarbekir muhasarasında Fahrü'd-Devle ile bozuşmuş ve Türkmenleri yanına alarak Suriye'ye gitmişti. Şerif Ebu Ali Hasan Ibnü'l-Huteytî Beni Kilab'dan Mübarek b. Sibl'i Tutuşa gönderip şehri teslim edeceğini bildirdi. Tutuş bu teklifi memnuniyetle kabul edip Nisan-Mayış 1086 tarihinde Dımışk’tan çıkarak Haleb'e hareket etti. Süleymansah tarafından ele geçirilen Kinnesrin kalesini kuşattıktan sonra Haleb'in güneydoğusunda bulunan en-Nâûra'ya yürüdü ve bu sırada kendisine Kilabogullari kabilesinden (Benî Kilab) bir miktar kuvvet daha katildi. Bu kuvvetlerle takviye edilmiş olan Tutuş 4 Haziran 1086 tarihinde Haleb yakınlarındaki Ay nü Seylem'de Süleymansah'in kuvvetleri ile savaşa tutuştu.

 

Tutuşun Haleb'i teslim almak üzere yola çıktığını öğrenen Süleymansah çok süratli hareket ettiği için askerleri düzensiz bir durumda idi ve henüz savaş nizamına girmemişlerdi. Savaşın neticesini Artuk Bey ve Çubuk Bey'e bağlı Türkmenler tayin ettiler. Bunlar bu sefer Süleymansah’ tan ayrılıp Tutuşun tarafına geçtiler.

 

Mağlup olan Süleymansah Tutuşun eline esir düşmektense intihar etmeyi tercih etti (18 Safer 479/4 Haziran 1086). Tutuş savaş meydanında ölüler arasında dolaşırken maiyetindekilere kana bulanmış bir cesedi göstererek "Bu Süleymansah'in cesedi" demiştir. Yanındakiler nasıl teşhis ettiğini sorunca "ayaklarından tanıdım, çünkü biz Selçukogullarinin ayakları birbirine benzer" cevabini vermiştir. Ayrıca Arslan Yabgu-Mikail oğulları arasındaki mücadeleye temas ederek "Biz size zulmettik, sizi kendimizden uzaklaştırdık" demiş ve üzüntülerini ifade etmiştir. Süleymansah'in cenazesi Haleb'e götürülerek Serefü'd-Devle Müslim'in yanına gömüldü. Türkiye Selçuklu Devleti'nin kurucusu ve ilk hükümdarı olan Süleymansah Anadolu Türkleri arasında gazilik unvanını almış ve efsanevî bir hüviyet kazanmıştır. İlk Osmanlı kaynaklarında Ertuğrul Gazi'nin babası olarak gösterilen Süleymansah Osmanlı hanedanının ataşı sayılmış ve Urfa taraflarında bulunduğu sırada Firat nehrini geçerken boğularak ölmüş ve cesedi Caber kalesine defnedilmiştir.

 

Ortaçağ İslam tarihi kaynakları Süleymansah'in Tutuş ile yaptığı savaşta öldüğünü ve Haleb kapısında defnedildiğini açıkça kaydettikleri halde Osmanlı kaynakları onun Fırat’ta boğulup Caber kalesinde defnedilmiş olduğunu söylerler. Bu hadise muhtemelen I. Kılıç Arslan’ın Büyük Selçuklularla mücadelesi sırasında Emir Çavlıya yenilip Habur nehrinde boğulması hadisesiyle karıştırılmıştır. Osmanlı veya Selçuklu Süleymansah'in Caber'deki Türk mezarı hakkında yeterli ve sağlıklı bilgi yoktur. Caber'de sadece Musul Atabeklerinden Imadeddin Zengi öldürülmüş, ancak onun da cesedi Rakka'da defnedilmiştir. Bundan dolayı bu rivayetin tamamen bir efsaneden ibaret olduğu söylenebilir.

 

Anadolu'nun fethi İslam’ın zuhurundan itibaren girişilmiş fetihler içinde hiç şüphesiz büyük bir yer işgal eder. Iran, Suriye, Mısır, Kuzey Afrika, Endülüs ve Türkistan fetihleri kolaylıkla gerçekleştirildiği halde Anadolu dört asri geçen bir müddet bütün İslam akınlarına mukavemet etmiş ve ancak Selçuklular tarafından adim adim fethedilmiştir.

 

Süleymansah'in tarih sahnesinden çekilmesi, henüz kuruluş safhasında bulunan Türkiye Selçuklu Devleti'ni çok zor şartlar içinde bırakmış oldu. Esasen birbirine pek bağlı olmayan, muhtelif Türkmen Bey ve gruplarının çeşitli bölgelerde kurmuş oldukları beylikler daha başı bos kaldılar. Anadolu'da bu şekilde kurulmuş olan beyliklerin sayıları bile malum değildir. Varlıkları bilinen beyliklerin bazıları şunlardır:

 

1. Süleymansah Iznik'i emirlerinden Ebu'l-Kasim'a bırakmıştı. Ebu'l-Kasim ülkeyi Süleymansah'in büyük oğlu I. Kılıç Arslan dönünceye kadar idare etti. Daha sonra göreceğimiz gibi, Sultan Melik şah, Antakya'ya gelip bütün güneydoğu bölgesini hakimiyeti altına aldıktan sonra Urfa'ya vali tayin ettiği Bozan adındaki kumandanını İznik üzerine göndermiş, Ebu'l-Kasim da buna karşı Bizanslılarla işbirliği yapmıştı. Bozan İznik’e karşı herhangi bir basari elde edememiştir. Bir rivayete göre: Ebu'l-Kasim onun dönüsünden sonra Iznik'i kardeşi Ebu'l-Gazi'ye emanet ederek, bağlılığını arz etmek üzere, bizzat Sultan Meliksah'in yanına gitmiş, fakat ondan hiçbir ilgi görmemiş ve dönüsünde yolda öldürülmüştür.

 

2. Danismend Gazi tarafından kurulmuş olan Danismendli Beyliği, Sivas merkez olmak üzere Tokat, Niksar ve Amasya havalisinde hüküm sürmekteydi. Çorum ve Samsun da bu beyliğe tabi idi.

 

3. Süleymansah'in Antakya üzerine hareket etmeden önce Kastamonu ve Çankırı bölgesine gönderdiği tahmin olunan Kara Tegin Bey, Sinop'u fethettikten sonra burada müstakil bir beylik kurmuştu.

 

4. Merkezi Erzincan olan Mengücük Beyliği. Gümüşhane, Divriği ve Tunceli'nin kuzey kısımları bu beyliğe tabi idi.

 

5. Malazgirt Savaşına iştirak ettiği sanılan, Ebu'l-Kasim Saltuk adındaki bir beyin kurmuş olduğu Saltuklu Beyliği. Kars, Ardahan, Bayburt ve Çoruh havzası bu beyliğe tabi idi.

 

6. Yukarı Ceyhan (Elbistan ve Maraş) bölgesinde Emir Buldaci tarafından kurulan beylik.

 

7. Harput, Güney Tunceli, Çemişgezek ve civarında Çubuk Bey tarafından kurulmuş olan bir beylik.

 

8. İzmir bölgesinde ise Çaka Bey adli bir Türk beyi tarafından kurulmuş bir beylik hüküm sürüyordu. Bu beyliğin kurulusu ve ilk devirleri oldukça karanlıktır. Mükrimin Halil Yinanç Anadolu'nun fethinin tamamlandığı 1085 yılında toplam 19 beyliğin hüküm sürdüğünü söylemektedir.

 

Süleymansah ile Tutuş arasında mücadele başladığı sırada Sultan Melik şah Selçuklu imparatorluğuna bağlı batıdaki ülkeleri tamimiyle kendi itaati altına almak maksadıyla Isfahan'dan yola çıkmış bulunuyordu. Serefü'd-Devle'nin ölümünü müteakip Şerif Ebu Ali Hasan'in Haleb'i teslim almak üzere bizzat gelmesini talep eden yazısı Sultan Meliksah'in batıda, bağımsız hareket eden hanedan azalarını itaate almak için, daha önce vermiş olduğu kararı uygulamaya koymakta acele etmesine sebep olmuştur.

 

Tutuş, Süleymansah'i mağlup ettikten sonra derhal Halep üzerine yürüdü. Şerif Ebu Ali Hasan, Sultan Meliksah'in yaklaşmakta olduğunu bildiğinden şehri ona teslim etmedi. Süleymansah'in naasini Halep kapısı önüne Serefü'd-Devle'nin mezarı yanına defnettiren Tutuş, şehri şiddetle muhasaraya başladı ve 12 Temmuz 1086'da ele geçirdi. Ancak Serefü'd-Devle'nin Selim b. Malik adli bir amcazadesi tarafından müdafaa olunan iç kale alınamadı. İç kalenin muhasarası devam ederken, Sultan Meliksah'in yaklaşmakta olduğunu haber alan Tutuş, Dımışk’a çekilmeye mecbur oldu. Melik şah yanında büyük kumandanlarından Porsuk, Bozan ve Aksungur olduğu halde yaklaşmakta idi. Önce Musul'a giden büyük Sultan, Emir Bozan’ı büyük bir birliğin başında Urfa üzerine yolladı. Urfa'da bu sırada Philaretos'un oğlu Barsam ‘in hakim olduğu anlaşılmaktadır.

 

Onun mukavemeti uzarken, Sultan Melik şah, Firat kenarındaki Caber kalesi ve Menbic'i zapt ettikten sonra, 1086 yılı Aralık ayında Haleb'e girdi. İç kaleyi Tutuşa karşı müdafaa etmiş olan Salim b. Malik'i Caber kalesine gönderip, Emir Aksungur'u Halep valiliğine tayin etti. Daha önce Süleymansah tarafından alinmiş olduğunu gördüğümüz Seyzer ve Kefertâb kaleleri de Sultan Melik Şah’a teslim edildi. Emir Bozan 3-4 aylık bir kuşatmadan sonra 28 Şubat 1087'de Urfa’yı almaya muvaffak oldu. Melik şah Bozan’ın valiliğini tasdik ettikten sonra Antakya'ya hareket etti. Süleymansah'in veziri Hasan b. Tahir es-Sehristanî'nin idaresinde bulunan Antakya’yı teslim alarak, Yagisiyan adli bir Türk beyini buraya vali tayin etti. Süveydiye'ye (Saman daği) kadar gelen Sultan Melik şah, burada Akdeniz'i seyrettikten ve kilicini Akdeniz sularına daldırdıktan sonra çok geniş topraklara sahip olduğu için Allah'a şükrederek Haleb'e hareket etmiş, buradan da hilafet merkezi Bağdat’a gitmiştir (13 Mart 1087).

 

SÜLEYMANŞAH'IN ÖLÜMÜNDEN SONRA ANADOLU'DA MEYDANA GELEN OLAYLAR

 

Süleymansah'in ölümünden sonra özellikle Anadolu'nun bati kesiminde ve Marmara bölgesinde vuku bulan olaylar hakkındaki bütün bilgimizi Bizans tarihçisi Anna Komnena'ya borçluyuz. Anna Komnena'nin Alexiad adli eseri bilhassa kronolojik bakımdan çok karışık olmasına rağmen Türkiye tarihinin yaklaşık 40 yıllık bir kısmı için tek kaynaktır.

 

Yukarıda temas ettiğimiz gibi Süleymansah 1084 yılı Aralık ayı içerisinde Antakya’yı fethetmek için yola çıkarken İznik ve civarını Ebu'l-Kasim adındaki bir Türk beyine bırakmıştı. Ülkenin diğer bölgelerinin idaresi de muhtelif Türk kumandanlarına tevdi edilmişti. Süleymansah'in Tutuşa mağlup olup intihar etmesinden sonra fırsattan istifade eden Bizans imparatoru Alexios'un Türklerin eline geçmiş olan Karadeniz kıyısındaki sahil şehirlerini geri almaya muvaffak olduğu anlaşılmaktadır. Onun bu hususta Süleymansah'in ölümünden faydalanarak Anadolu'daki Türkleri kendine bağlamak için gayret eden Sultan Meliksah'in hiç tahmin etmeden verdiği bir fırsatı gayet iyi kullandığını görmekteyiz. Sultan Melik şah bir adamını imparator Alexios'a göndererek ona sihriyet (evlilik) yoluyla bir ittifak tesis etmeyi teklif etmiştir. İmparator buna razı olduğu takdirde sultan sahildeki Türkleri geri çağırmayı, bu yerleri imparatora iade etmeyi ve gerektiğinde kendisine yardımcı olmayı taahhüt etmiştir. Ancak elçi sultana ihanet ederek imparator için çalışmıştır.

 

Süleymansah'in ölüm haberi, onun muhtelif bölgelere tayin etmiş olduğu Türk beylerinin bağımsız hareket etmelerine sebep oldu. Bunlardan hükümet merkezi Iznik'i elinde bulundurduğu için en nüfuzlusu olan Ebu'l-Kasim hiç tereddüt etmeden, kendisini sultan ilân ettiği gibi kardeşi Ebu'l-Gazi'yi de Kayseri ve civarına Emir tayin etti. Becerikli ve gayet ihtiraslı bir kimse olan Ebu'l-Kasim bundan sonra Marmara sahillerine akınlar yaparak bütün bölgeyi yağmalamamaya başladı. Bunun üzerine imparator Alexios, Türk akıncılarını sahilden geri sürdü ve Ebu'l-Kasım’ı barış istemeğe mecbur etti. Ancak Ebu'l-Kasim barış müzakerelerini devamlı olarak uzattığından, imparator nihayet İznik üzerine bir kuvvet sevk etmeye mecbur kaldı.

 

İleride de göreceğimiz gibi Alexios Porsuk'un büyük bir ordu ile yaklaşmakta olduğunu bildiğinden bu kuvvete karşı yalnız kalmak istememiş ve Türk'ü Türk'e kırdırmayı tercih etmiş olmalıdır. O belki de bu sebepten dolayı Ebu'l-Kasım’ın tamamıyla güçsüz kalmasını arzu etmemişti. Alexios her halde bas basa kaldıkları takdirde Ebu'l-Kasım’ı yola getirebileceğini İznik, İzmit ve civarını onun elinden alabileceğini tahmin ediyordu.

 

Bütün bu olayların vuku bulduğu tarih hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Cl. Huart Porsuk'un Anadolu'ya gönderilisini 1088 olarak tarihlemekte, onun Konya ve civarını Aksaray’ı aldıktan sonra İznik üzerine yürüdüğünü, fakat basari kazanamayınca geri çağırılıp yerine Urfa emiri Bozan’ın tayin edildiğini söylemektedir. Selçuklu tarihi hakkında yazılan diğer eser ve makalelerde de tarih verilmemektedir. Yalnız I.Kafesoglu, Porsuk'un takriben 1089 sonlarına doğru İznik’e gelebildiğini, fakat 3 aylık bir muhasaradan sonra bir netice alınamayınca geri çağrıldığını ve bu görevin Emir Bozan'a devredildiğini kaydeder.

 

Muhtemelen 1090 yılı ortalarında Bizans kuvvetlerine mağlup olan Ebu'l-Kasim daha sonra İznik’e çekilmişti. Ancak Porsuk'un Anadolu içinde bağımsız davranan muhtelif Türk beylerini itaat altına aldıktan sonra İznik’e yaklaşmakta olduğu sıralarda imparator Alexios Ebu'l-Kasim'a haber göndererek onu İstanbul’a davet etti. Anlaşıldığına göre Bizans hükümdarı Ebu'l-Kasim'a Porsuk'a karşı ittifak teklif etmiş ve onu bundan dolayı İstanbul’a davet etmişti. Onun bu arada bir taraftan da Türklerin elinde bulunan İzmit’i ele geçirmek istediği bellidir. Ebu'l-Kasim İstanbul’da gayet iyi karşılandı. Hemen her gün kendisine ziyafetler veriliyor, hipodromda şerefine at ve araba yarışları tertip ediliyor ve İstanbul’da kalma müddeti her vesile ile uzatılmaya çalışılıyordu. İki taraf arasında barış ve ittifak müzakereleri yapıldığı sırada ise Alexios, inşaat malzemesi mimarlar ve isçiler yüklediği gemileri İzmit’e yolladı. Bunlar İzmit’i kontrol altına alacak yeni bir kale inşa etmekle görevlendirilmişlerdi. Kalenin inşası bittikten sonra imparator Ebu'l-Kasim'a pek çok hediyeler vererek onu İznik’e uğurladı. Ebu'l-Kasim olup-bitenden haberdar olunca kadere boyun eğmek zorunda kaldı. Bu sırada Porsuk İznik yakınlarına kadar gelmiş ve Ebu'l-Kasim ona karşı imparatorun yardımına muhtaç olmuştur. İmparatorun hareket tarzına ve hilekârlığına çok içerleyen Ebu'l-Kasim bir müddet için kendi imkânları ile Porsuk'un kuvvetlerine karşı Iznik'i korudu. Ancak sonunda yârdim rica etmek için imparatora müracaat etmek zorunda kaldı. Bizans imparatorluğu bu sırada Peçeneklere karşı büyük bir ölüm kalım mücadelesi içinde idi. İmparatorun bu cepheden ayıracak kuvveti yoktu. Buna rağmen Ebu'l-Kasim'a yârdim mecburiyetini hissetti. İznik Porsuk'un eline geçecek olursa burayı Büyük Selçuklu imparatorluğundan kurtarıp geri almak hemen hemen imkânsız olacaktı. Bu münasebetle küçük bir askeri birliği imparatorluk sancakları vermek suretiyle Ebu'l-Kasim'a yardıma gönderdi. Bu yârdim yolu ile Porsuk'u geri çekilmeye zorladı ve imkân bulursa Iznik'i kendi adına zapt etmeyi umuyordu. Porsuk'un şehri üç ay kuşatmasına rağmen basari sağlayamadığını gören Selçuklu sultani Melik şah İznik’in zaptından vazgeçmedi ve buraya değerli kumandanlarından Urfa emiri Bozan’ı gönderdi. Bozan’ın şehri hücumla zapt etmek için birbiri arkasına yaptığı teşebbüsler Ebu'l-Kasım’ın şiddetli müdafaası ve imparatordan istediği yardımı elde etmesi sebebi ile bir türlü netice vermedi. İmparator bu sırada Peçenek problemini halletmiş olduğu için biraz olsun ferahlamış bulunuyordu. Bozan bu şekilde Iznik'i zapt edemeyeceğini anlayınca muhasarayı kaldırdı. Ebu'l-Kasım’ın da bu sıralarda bağımsız hüküm sürmek imkânının yok olduğunu fark ettiği anlaşılmaktadır. Herhalde imparatorun kendisine ne maksatla yârdim ettiğini anlamıştır. Belki de imparatorla Melik şah arasında bir anlaşma yapılacağını haber almıştı. Bu sebeple o doğrudan doğruya büyük sultana müracaat ederek Iznik'i onun valisi sıfatı ile idare etmeyi ümit ederek büyük hediyeler hazırladı ve kardeşi Ebu'l-Gazi'yi İznik’te vekil bıraktıktan sonra sultanin yanına gitmek üzere Isfahan'a doğru yola çıktı. Kaynakların verdiği bilgiye göre Ebu'l-Kasim bütün rica ve ısrarlarına rağmen Melik şah tarafından huzura kabul edilmemiş ve kendisine Anadolu içinde tam yetki verilmiş olan Emir Bozan ile anlaşması tavsiye edilmiştir. Arzusuna ulaşamayan Ebu'l-Kasim dönüş sırasında arkasından gönderilen bir müfreze tarafından yakalanarak yayının kirişi ile boğdurulmuştur. Bu hadisenin Meliksah'in Bağdat’a gitmek üzere Isfahan'dan hareketinden kısa bir süre önce yaklaşık Eylül-Ekim 1092 tarihinde cereyan ettiği söylenebilir.

 

Ebu'l-Kasım’ın ölümünden sonra Ebu'l-Gazi Iznik'i elinde tutmaya devam etti. Tam bu sıralarda Sultan Meliksah'in vefat etmiş olması onu Bozan'dan kurtarmış oldu. Zira Bozan bütün kuvvetleri ile birlikte Büyük Selçuklu Devleti'nde zuhur eden karışıklıklarda önemli rol oynamak üzere Suriye'ye doğru hareket etti. İmparator Alexios bu defa Ebu'l-Gazi'yi hediyeler ve vaatlerle kandırıp Iznik'i kendisine terk etmesini sağlamaya çalıştı. Ebu'l-Gazi ise belki de henüz ağabeyinin ölüm haberini almamış olduğundan dolayı imparatoru oyalamakla yetindi. Ancak Sultan Meliksah'in 1092'de ölümü Isfahan'da tevkif etmiş olduğu Süleymansah'in oğullarının serbest bırakılmalarına sebep oldu. Muhtemelen Berkiyorduk tarafından serbest bırakılan Süleymansah'in iki oğlu Kılıç Arslan ve Kulan Arslan Isfahan'dan süratle Anadolu'ya geldiler. Yaklaşık 1092 sonunda veya 1093 yılı başlarında İznik’e vardılar. Zira bilindiği üzere Sultan Meliksah'in hanimi Terken Hatun küçük oğlu Mahmud'un Selçuklu tahtına çıkmasını sağlamak ümit ve arzusu ile Meliksah'in ölümünü bir müddet gizlemişti. Böylece haberin başkent Isfahan'a ulaşması ve Kılıç Arslan ile kardeşinin buradan hareketleri ve İznik’e varisleri her halde uzunca bir müddet almış olmalıdır. Bizans tarihçisi Anna Komnena'nin rivayetine göre İznik’te bulunan Türkler Selçuklu şehzadelerinin gelişini büyük bir sevinçle karşıladılar. Ebu'l-Gazi'de hiç direnmeden iktidarı Kılıç Arslan'a devretmiştir. Büyük Selçuklu merkezinden kaçarak Anadolu'ya gelen Kılıç Arslan ve kardeşinin babaları Süleyman Şah’a tabi olmuş bulunan Orta Anadolu'dan kuvvet topladıkları anlaşılmaktadır. Bunların bu kuvvetlerle birlikte İznik’e gelmeleri ve İznik hükümetini devralmaları yukarıda belirttiğimiz gibi en erken 1092 sonu veya 1093 yılı başlarında olabilir.

 

© eroncoins.com

Koleksiyon İzmir Arkeoloji Müzesine kayıtlıdır.